top of page
Ara
  • Yazarın fotoğrafıilkay kayserilioglu

Kıyamet ve İslam


Malum gündemizden ötürü hepimizi saran bir endişe dalgası var. Bir kesimin her kötü olayda olduğu gibi bunu da, insanoğlunun yaptıklarının bir cezası, kıyametin alameti olarak yorumlaması üzerine bu yazıyı yazmak istedim. Sahi nedir bu kıyamet? Bütün bu epidemi kabusu alametlerden biri mi?


Bu dünyanın bir sonu olup olmadığı ilkel zamanlardan beri insanların düşündüğü bir konu. Dünyanın sonu, dünyanın yok olması demek mi, yoksa insan soyunun yok olması demek mi? Hangisi kıyamet olur? Nitekim 65 milyon yıl önce dinazorları dünyadan silen tarih, bizi de pekala silebilir. İlahı dinlerde bahsedilen dünyanın sonu böyle olabilir mi?


Bildiğimiz dünyanın sonu gelse bile, bu insan ırkının sonu olmayabilir. 'Yarından Sonra' filmi gibi, dünyaya gelebilecek herhangi bir felaket sırasında, nüfusun çok az 'ayrıcalıklı' bir kısmı teknolojik gemilere ya da uzay araçlarına binip, atmosferinden dışından olanı biteni izleyebilir. Felaketler bittikten sonra dünyaya geri inip, sil baştan kolonileşebilirler. Ya da başka uygun bir gezegen bulmayı başarmış olabilirler, kim bilir? Gayet olası görünüyor değil mi?

Bilim dünyasından başlarsak, dünyanın sonunu getirecek pek çok bulgu veya kanıt var. Hiç bir şey olmasa bile, yaklaşık 4 milyar yıl sonra(1), bizim samanyolu galaksisiyle Andromeda'nın çarpışacağı kesin olarak biliniyor. Andromeda saniyede 110 km hızla bize yaklaşırken, evren de bir yandan genişlemeye devam ediyor. Andromeda'nın yaklaşma hızı hala daha fazla. Yani bildiğimiz dünyanın, kesin bir sonu var.


NASA'nın kendilerine gelen mektuplarda en çok sorulan soruları derlediği internet sitesi var. Popüler sorulardan biri; 'önümüzdeki milyon yıl içinde Dünya'ya bir asteroidin çarpma olasılığı var mı?' sorusu. Nasa'nın cevabı net; oldukça mümkün(2). Cevapta örnek olarak, Manicougan gölünün 214 milyon yıl önce böyle bir çapışmayla oluştuğu verilmiş. Barış Özcan'ın bu konuyu işlediği '29 Nisan'da dünyaya asteroid çarpma olasılığı' adındaki güncel videosunu tavsiye ederim.


Bu kadar uzakları düşünmektense, yakın gelecekte bizi bekleyen küresel ısınmaya bağlı iklim krizi, kanıtlanmış bir felaket senaryosu. Önümüzdeki onyıllarda giderek artan doğal felaketler, buna bağlı büyük göçler, bunlara bağlı siyasal ve ekonomik krizler, salgın hastalıklar, kıtlık. Hepimiz mevcut nüfus artışı ve dünya kaynaklarının tüketim hızıyla, dünya kaynaklarının kendini yenileme hızının birbirine denk olmadığını, bir şeyler değişmezse bunun böyle sürmeyeceğini aslında biliyoruz.


Olayın dini boyutuna, hepimizin aklına gelen felsefi sorularla başlayalım. Felaketler başımıza neden gelir? Pek çok insanın iddia ettiği gibi bütün bu olanlar kötülük yaptığımız için ceza olarak mı geliyor? Allah istese dünyada olan bütün kötülüklere, zarar gören masumların başına gelenlere engel olamaz mıydı? Madem bu kadar kudretli, her şeye gücü yeter, onca masum zarar görürken onları neden korumaz?


Arapçada bela; imtihan demektir. Yani bizde kullanıldığı anlam gibi 'başa gelen kötü şey' direkt anlamını karşılamıyor. Zorlandığımız şeylerin başımıza geliyor olması, hayatta pek çok şeyi anlamlandırır. Ortada irade sahibi varlıklar varsa, seçimler yapıp bunların sonucunu görecekleri bir sistem varsa, seçim yapacakları çeşitli olaylar gerekir. Tekdüze hep iyi şeylerin olması, ya da tek düze hep kötü şeylerin olması bir seçim ve imtihan ortamı oluşturmaz. Kur'anda Bakara suresi 155'de; '...Biz sizi biraz korku, açlık ve bir parça mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltmekle imtihan edeceğiz. Sabır gösterenleri müjdele.' denilmesi bundan olsa gerek.


Tepelerden bize bakan, yanlış yaptıkça bize kötü olaylarla ceza veren yaratıcı düşüncesini ise İslam temelli bulmuyorum. Kur'anda Rum 41'de;' insanların kendi ellerinin kazandıklarından dolayı karada ve denizde bozulmalar meydana geldi. Gerçeğe geri dönsünler diye yaptıklarının bir kısmını onlara tattıracağız' denir. Yani meydana gelen zorluklar, genelde insanların kendi yaptıklarının sonucudur. Bu zorlukları yaşıyor olmanın asıl amacı ise, öğrenmek ve gelişmektir. Şura 30'da da, benzer şekilde, başımıza gelen musibetlerin kendi ellerimizle yaptıklarımızdan olduğunu söylerken eklenir; 'Allah pek çoğunu da affediyor'. Bunu ebeveynlerin çocuklarının zorlanmalarına, hata yapmalarına müsade etmeye benzetebiliriz. Bunun ceza vermekle ilgisi yoktur. Bu sadece müdahale etmeyip izlemek, çok sevdiğiniz evladınızın tökezlediğini görmeye müsade etmek gibidir. Sırf bu işten kendini keşfederek, daha aydınlanarak çıksın diye.

Ki Kur'anda, hata yapmanın her bireyin, her kulun sürecinin öylesine doğal bir parçası olduğunu, Fatır 45'de; 'insanların kazandıkları nedeniyle Allah onları hemen cezalandıracak olsaydı, arzın elinde canlı kalmazdı' denilirken de görüyoruz. Hakikaten de hatasız tek bir kul bile yok.


Bir coğrafyaya ya da bir aileye gelen bir felaketi, 'Allah'ın cezası' olarak tanımlamak, o durumun içinde illaki masumlar, hiç değilse çocuklar olacağı için, 'yaradanın şaşmaz adaleti' kavramını da sıkıntıya uğratmaz mıydı? Enfal 25'de, sakınmamız-korkmamız gereken imtihanların, içimizden sadece zalim olana gelmekle kalmayacağı, herkese geldiği konusunda uyarı vardır. Bu adaletsiz gibi görünen durumu din felsefesi açısından 2 şeyle açıklarız. İlki, imtihanın yalnızca zulmetmekten kaçmak, zulmeden olmamak değil, zulme engel olmak da olmasıdır. Bu engel olmayı neyle yapacaksak, yasaları koymaksa, eğitim eşitliği ise, paranın tekelde değil herkese eşit şartlarda dağıtılması ya da herneyse, herkesin elinden geldiğince bu uğurda çalışmasıdır. Yani her şeyi yaradandan bekleyip pasif olarak oturmak anlamsız bir hayat demektir. Dünyada bulunan adaletsizlikler hepimiz için düzeltmeye çalıştığımız imtihanlar. İkincisi ise, ilahi dinlere inanmanın temel öğelerinden biri; ahiret hayatı. Yani ölümden sonra yaşamın varlığı inancı olmadan, ilahi adalet kavramı da eksik kalırdı. Nitekim, kısıtlı bakış açılarımızdan da olsa, 'şu masumun suçu neydi, ömrü bu şekilde bitti' dediğimiz durumlardaki adalet öğesini başka türlü açıklayamıyoruz.


Gelelim kıyamet kavramına. Hakkında, senaryo gibi detaylı yazılar, liste liste sıralanan, hatta 'büyük' ve 'küçük'leri olan alametler, beklenen mehdiler olan kıyamet... Kur'anda iki tane hayat vardır; dünya hayatı ve ahiret hayatı. Aradaki berzah alemi, kabir hayatı gibi müthiş ayrıntılar verilen olayların Kur'an temeli yoktur. Berzah Kur'anda geçse de, sandığımız anlamla değil, dünya hayatı bittikten sonra geri dönmek isteyenlere olan bir 'engel' anlamında kullanılır(3). Kabir hayatı ise, varmış gibi, bir de öyle korkunç şeylerle tasvir ediliyor ki, amacın insanları baskı ve korkuyla yönlendirmek olduğunu düşünüyorum.


Bizim anladığımız anlamdaki kıyametle Kur'anın kullandığı kıyamet kelimesinin manaları aynı değil. Kıyamet, namazdan bildiğimiz 'kıyam' kökünden geldiği için, diriliş, ayağa kalkma anlamına geliyor. Bizim kullandığımız kıyamet, dünyanın sonunu getirecek olan büyük felaketler silsilesi anlamına gelecek şekilde, Kur'anda çeşitli yerlerde 'son saat' olarak geçiyor. Yevmül kıyamet olarak geçen yerlerde ise, 'kıyamet günü' anlamına gelip, ölmüş olanların diriliş gününü anlıyoruz.


Yani Kur'ana göre dünyanın sonu kesin gelecek mi? Kur'anda bizim anladığımız gibi aniden gelen felaketlerin bahsedildiği kavram; 'son saat' demiştim. Taha suresi 15 ayette; 'O son saat varya, mutlaka gelecektir. Herkes peşine koştuğu şeyin karşılığını bulsun diye neredeyse onu (kendimden) gizleyeceğim.' denilir. Yani, Kur'ana göre 'son saat' kesin olarak gelecektir. Bu suredeki ve diğer yerlerdeki 'son saat'i mealcilerin çoğunlukla kıyamet olarak tercüme ettiğini, bir kısım azınlığın ise 'kişinin ölümü-hayatının sonu' olarak anladığını not düşeyim.


Dünyanın sonunun ne zaman geleceği ve nasıl geleceği cahiliye Arapları içinde oldukça popüler bir konuymuş. Nitekim, Hz.peygambere sıkça sorulmuş. Biz bunu, ayetlerin nüzul sebeplerinden ve cevap olarak gelen ayetlerin kendisinden biliyoruz. Kıyametin alameti olur mu? Ne zaman kopacak? Kur'an bu konuda çok net. Nazi'at 42-44'de; 'Sana, kıyametin ne zaman gelip çatacağını soruyorlar. Sen onun hakkında ne söyleyebilirsin ki? Onun bilgisi sadece Rabbine aittir..' diyerek ne zaman olacağını kimsenin bilemeyeceğini söylüyor.


Benzer şekilde A'raf 187'de, gene Hz.peygamber'e 'sanki sen biliyormuşsun gibi sana sorup dururlar', denir. Cevap olarak de ki; 'onun bilgisi sadece ve sadece Rabbimin katındadır. Onun vaktini O'ndan başka ortaya çıkarabilecek hiçkimse yoktur. Onun bilgisi göklere de yere de ağır gelir(kimse kaldıramaz). O 'son saat' size aniden gelecektir.' Benzer şekilde, Muhammed suresi 18.ayette 'apansızın gelmesinden başka ne bekliyorlar, onun bütün alametleri zaten gelmiştir' denilir. Bunun gibi başka ayetler de var(4). Görüldüğü gibi Allah'tan başka kimsenin bilmediği ve aniden kopacağı bir şeyin alameti, belirtisi olmaz. Onca efsaneler, listelenen kıyamet alametleri hakkında çok zaman harcamanın hayal gücünüzü katkısından başka pek bir anlamı yok gibi.


Aynı surenin 188. ayetinde; '..Eğer ben gaybı bilseydim elbette daha çok hayır yapmak isterdim ve bana hiçbir fenalık dokunmazdı...' denilerek yine din felsefesinin önemli bir noktasına dikkat çekilir. Hakikaten kıymetin vaktini, ya da ne zaman öleceğinizi bilerek dünyaya gelseydik, herhangi bir şey imtihan olur muydu? Muhtemelen zamanı ona göre ayarlayıp, sadece gereken hayır işlerini yapar ve geriye doğru sayardık.

Peki bu 'son saat'te neler olacak? Kur'anın iniş yıllarında Araplar bu soruları da çokça sormuş olduklarından, konuyla ilgili Kur'anda pek çok değişik surede, ne kadarının mecazi ya da sembolik olduğunu tam bilmediğimiz tasvirler mevcut. Tekvir suresinin ilk ayetlerinde güneşin dürüleceği, yıldızların kaybolacağı, dağların birbirine çarpacağı gibi tasvirler mevcut. Hakka 13-14'de; sura tek bir üfürülmenin ardından arz ve dağların birbirine çarpıp darmadağın olması, Müzemmil 14 ve Taha 105-107'de, yeryüzü ve dağların sarsıntı geçirip, dağların kum yığınına dönmesi, toz duman olup dümdüz olması gibi örneklere bakabilirsiniz. 'O saat'in sarsıntısının dehşetini, Hac suresinin ilk ayetlerinde; 'annelerin emzirdiği yavrusundan vazgeçecekleri' örneğiyle anlatılıyor.


Ahiret gününe gelince, ahir kelimesi evvelin zıddıdır. Yani ahiret gününe; sonra gelen gün denebilir(3). Bu konuda çok detaylı bir kitap yazan Mehmet Okuyan, ahireti Kur'an ayetlerine göre 7 aşamaya toplamış(5). İlki; diriltilme, ikincisi; toplanma, üçüncüsü; ümmetlerin peygamberiyle birlikte Allah'a arzı, dördüncüsü; bilgilendirme(ameller, şahitler..), beşincisi; yargılanma(yapılıp yapılmayanlar Allahın ilim sıfatıyla belli, amel defteri kavramıyla sabit. Burada neden yapılmadı şeklinde bir sorgulanmadan bahsediliyor), altıncısı; değerlendirme, yedincisi; cennete ve ya cehenneme sevk.


Hakikaten de, kıyametin ne zaman kopacağı, ya da ne zaman öleceğimiz, ya da 5 sene sonra kendimizi nerede göreceğimiz ve yaşadığımız bu sıkıntıların neyin alameti olduğunu bilemiyoruz. Cennet, cehennem var mı, varsa nasıl bir yer, şu huriler de neyin nesi, gerçek mi gibi tartışmaları, insanın doğal merakı sebebiyle oldukça anlaşılabilir buluyorum. Ama bunlarla kafayı bozmak, sadece bu tasvirler üzerinden yaşamak anlamsız. Değiştiremeyeceğimiz şeylerle vakit harcamanın önemi çok az. Tıpkı geçmiş gibi.

Bu çağın popüler kavramlarından biri; anda kalmak(mindfullness). İslam felsefesiyle de hayli örtüştüğüne inanıyorum. Şu anda neyim, ne yapabilirim. Değiştirebileceğimiz ve üzerine çalışmaya değer tek şey bu. İslamın ve ilahi dinlerin genel bakış açısı, zerre iyiliğin ya da zerre kötülüğün karşılıksız kalmayacağı. Yapabileceğimiz şey mevcut halimizde en iyi versiyonumuzu gerçekleştirebilmek. Hiç kolay olmasa da...




3- Prof. Dr. Mehmet Okuyan

4- Kıyamet vaktinin gizliliği ile ilgili diğer ayetler; Taha 15, Azap 63

5- Kurana göre 7 aşamalı ahiret, Mehmet okuyan, ücretsiz pdfi



220 görüntüleme1 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
  • LinkedIn - White Circle
  • Instagram - White Circle
Activist Muslim 

Join my mailing list

© 2023 by activistmuslim.

bottom of page