top of page
Ara
  • Yazarın fotoğrafıilkay kayserilioglu

Yaratılış, Evrim ve İslam: Evrim ve Din Çelişir mi?

Yaşamın başlangıcı, sebebi, nereden gelip nereye gittiğimiz insanlığın bilinç kazanmasından beri en büyük sorumuz oldu, olacak. Yaşam nasıl başladı, evren nasıl oluştu ya da kim yarattı, peki bütün bunların sonu var mı, yoksa sonsuza kadar devam mı edecek, sonu varsa hiçlik mi olacak, peki ya insan ölünce ne olacak… Hepimizin aklını kurcalamış bu soruları yüzlercesiyle çoğaltabiliriz, en azından düşünen insanlar için bu sorular hep varolacak.


Bilim dünyası bu soruların bir kısmını cevapladı, diğerlerini cevaplamak için uğraşmaya devam ediyor. İlahi dinlerse, bu konularda genel çerçeveyi çiziyor; insanların bildiği herşeyden münezzeh olan bir yaratıcı herşeyi var etti, insanların görevi; okumak, iyi ahlak sahibi faydalı bir yaşam sürme, dünyada ve ölümden sonraki formda yapılan iyi ve kötü davranışların karşılığı var…gibi.


Bilim, evrenin başlangıcını oldukça kabul gören büyük patlama teorisiyle, canlılığın dünyanın başlangıcından beri kronolojisini DNA'nın keşfi, fosil incelemeri ve evrim teorisiyle, diğer galaksilerin varlığını ve evrenin giderek genişlediğini gelişmiş uzay gözlem araçlarıyla açıklamaya devam ediyor. Buna katkı sağlayan bilim insanlarının azınlık olan birkaçı aynı zamanda dindar. Ancak çoğunluk, iki tarafa da aynı anda bağlılık duyulamayacağı, bunun çelişkili olduğunu düşünüyor. Din ve bilim arasında yaratılan çatışma devam ediyor. Sözde din alimleri bilimi ötekileştirirken, acaba inandıkları şeye güvenmedikleri için mi, yoksa daha çok bilen insanı isteklerine göre kontrol etmeleri daha zorlaşacağı için mi böyle yapıyor? Din ile bilimin aynı şeyi açıklamaya çalıştığı, bir ahenkle beraber var olabileceğini düşünmek ve yaymak neden işlerine gelmiyor?


İlahi dinlerin asıl mesajını, tarihin başından beri kısıtlı kapasitelerine ya da kendi çıkarlarına göre yorumlayarak, sözde aktarılmış peygamber alıntılarıyla, kültürel efsanelerle nesilden nesile aktardıkları bu din anlayışı yüzünden, aklını kullanan ve bilimden haberdar olan insanlar inanmamayı seçiyor. Geri kalanlar kısıtlı anlayış ve yüzeysellikle, hatta yanlış inanışlarla bir hayat sürüyor. Mekandan münezzeh olan yaratıcı Hollywood filmlerindeki gibi göklerden bize bakıyor, sanki cinsiyeti varmış gibi erkek zamirlerle tarif ediliyor, hatta oğlu oluyor(?!), bedenden, şekilden yada herhangi bir kısıtlılıktan, hatta bildiğimiz herşeyden münezzeh olan bu tanrı sanki bedeni varmış gibi iki parmağını şıklatıp yaratıyor...


Bilim ve dinin insan eliyle var edilmiş savaşının popüler bir örneğini, 1543’te Kopernik’in Güneş merkezli evren görüşünü destekleyen el yazması kitabının ardından biliyoruz. Ne kadar güzel bir keşif yapmış, bunda sorun nerede diye düşünebilirsiniz. Sorun, o dönemlerde kilisenin yer(dünya) merkezli evren modelini hali hazırda yıllardır benimsemiş olmasıydı. Bilim devrimini başlatan bu büyük keşif, din adamı olma yolunda geleneksel eğitimden geçmiş bir entellektüelden, Kopernik’ten gelmişti. Klisenin neden bilim adına bir görüşü benimsediğini ya da öyle olsa bile neden yeni gelişmeler ışığında değişmeyi otorite ve güvenilirliğinin sarsılması olarak gördüğünü, hakimiyetinin neden mutlak sorgusuzluktan geldiğini irdelemeyi size bırakıyorum. Klisenin dediğinden başka bir buluşu yaymaktan korkan Kopernik’in arkadaşı, kitabın başına neredeyse özür mektubu gibi bir önsöz eklemiş. Kopernik’in de bizzat kendisinin Papa III. Paul’a mektup yazması ve kitabın ona ithafı, kitabının dilinin hayli bilimsel oluşuyla pek anlaşılmaması gibi sebeplerle Kopernik’in başına ‘birşey’ gelmemiştir. Ancak bu buluşları ilerletecek çalışmalara devam eden gelecek nesilden Bruno(aslen daha çok sivri dili yüzünden) öldürülmüş, Galileo ise işkence tehdidi altında görüşlerinden vazgeçmeye zorlanmış ve Engizisyon mahkemelerinde yargılanmıştır(1).


Hristiyan din dünyası bilim karşıtlığı hikayelere sahip tek ilahi din değil. Tarih, dini kendi istediği gibi yorumlayıp bunu kitleleri idare etmek için kullanan, yaratıcı ile yaratılan arasına giren, kendisini diğerlerinden daha üstün ve yetki sahibi adleden sözde din alimleri ile dolu. Bütün dinler için bu hep böyle olmuş, olmaya devam ediyor.


Müslüman coğrafyası için başka bir örnek ile devam edelim. 8. yüzyılda Bağdat şehri; tüm dinleri, felsefeyi ve bilimi, üniversiteleri ile kütüphanelerine kabul eden yeryüzündeki en büyük eğitim merkeziydi. 5 yüzyıl boyunca şehirden dışarı taşan bilimsel yeniliklerin daha önce dünyada eşine rastlanmamıştı. Gökyüzündeki yıldızların üçte ikisinden fazlasının isimleri Arapça, çünkü Arap dünyasının astronomları tarafından keşfedildiler. İslam aleminden gelen ve halen Arapça isimleriyle kullanılan şu icatlara çoğumuz aşinayız; cebir, algoritma, azimüt(güney açısı), nadir, zenit, simya, kimya, şifre, iksir, alkol, alkalin, sıfır…Bağdat ve çevresi, 13.yy'da fethedilip tahrip edilene kadar dünyadaki pek çok entellektüel yeniliğin öncüsü oldu(2). İslam alemindeki bilimsel haraketler o zamandan beri toparlanamamış, kayda değer buluşlar olmamıştır. Tıpkı o zamanlar gibi şimdi de, nüfuslu din alimlerinin bilimsel düşünceyi küçümseyen açıklamalarını, İlahiyat üzerine çalışmayı öncelikli ve zorunlu kılmalarına şahit oluyoruz.


Bu genel girişin ardından bu yazının konu özeline odaklanacağız; yaratılış, büyük patlama ve evrim teorisini Kur’an anlayışı açısından değerlendireceğiz. Bir müslüman evrime inanabilir mi, bu inancı açısından bir sıkıntı oluşturur mu, buna bakacağız.


Mart 2009'da TUBITAK'ın Evrim sansürüne karşı ODTÜ stadyumunda Devrim yazısının D harfi kapatılarak yapılan eylemden bir kare.

Nedir bu din adamlarının evrimle alıp veremediği? Mart 2009’da ODTÜ’de okurken, Darwin’i 200. yaş günü dolayısıyla kapak yapan Bilim ve Teknik dergisinin TUBİTAK tarafından sansürlenmesini öğrenciler olarak protesto etmiştik. Orta çağda değil, 21.yy’da bile, açılımı Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumu olan bir kuruluş, muhafazakar siyasi liderlere yaranmak için böyle şeyler yapmaya neden ihtiyaç duyuyor?



Öncelikle evrimi anlayalım. En kısa tanımıyla evrim, popülasyon içi gen ve özellik dağılımlarının nesiller içerisindeki değişimidir. Canlıların, türlerin, hatta cansızların(virüsler gibi) evrimleştiği su götürmez bir gerçektir. Evrimin sonucunu şöyle bir etrafına bakan herkes görebilir. O yüzden kutuplardaki tilkiler ya da ayılar beyazken, ılıman coğrafyadakiler toprak tonlarında kürke sahiptir, tıpkı insanlar gibi. Çünkü o gen mutasyonları, o coğrafyaya uygun olanlar hayatta kalarak genlerini gelecek nesillere aktarmıştır. Fosiller, makroevrimin tartışmaya yer bırakmayan kanıtlarını sunuyor olsa da, evrimsel sürecin tespiti için fosillere ihtiyacımız yoktur. Elimizde hiçbir fosil bulunmasaydı da, sadece doğaya yönelik gözlemlerimizden, genetik verilerden ve matematiksel evrim sahasından yola çıkarak evrimsel değişimi ispatlamamız mümkün olurdu(3).


Bilim dünyası için Evrim teorisininin temelleri 1859’da Darwin’in Türlerin Kökeni olarak bilinen kitabının yayınlanması ile atılmıştır. O zamandan bu yana geçen 150 yıldan fazla zamanda, yeni bulgular sayesinde teorinin bazı kısımları hepten düzletilmiş, bazıları geliştirilmiştir.(4) Halen Evrim kronolojisi yeni bulunan fosil ve çalışmalarla her geçen gün güncelleniyor. Mesela Haziran 2017 de Fas’ta bulunan yeni bir fosille, 300.000 yıl önce Homo sapiens Kuzey Afrikada da var mıydı diye tartışmalar başlayabiliyor. Ya da karışım teorisi mi yerine geçme teorisi mi derken 2010 yılında 4 yıllık bir çabanın ardından Neandertal genom haritasının açıklanması ve modern Ortadoğu ve Avrupa insanı DNA’sının yüzde 1 ila 4’ünün Neandertal DNA’sı olduğu ortaya çıkması ile karışım teorisini daha çok kabul görmeye başlıyor(6).


Dünya tarihini kısaca özetlediğimizde 13.8 milyar yıl önce evren büyük patlama ile ortaya çıkar ve madde(atom ve moleküller), enerji, fizik, kimya başlar. Gezegenimiz ise 4.5 milyar yıl önce oluşur. 3.8 milyar yıl önce organizmalar ortaya çıkar ve biyoloji başlar. Milyarlarca yıl tek hücreli boyutta devam eder. 500 milyon yıl önce Kambriyen patlaması adı verilen bir hızlanmayla tek hücreliden çok hücreliye geçiş olur. Tüm canlılık işte bu moleküler düzeyden, ortak atadan türemiş ve evrilmiştir. Yakın akrabaların ortak atası tarihte günümüze daha yakın zamanlarda, uzak akrabaların ise daha eski zamanlarda yaşamıştır. Örneğin, birinci derece kuzeninizle olan ortak atanız yaşıyor veya birkaç yıl önce yaşamış olabilir(büyük aileniz). Tüm insanların Neandertaller ile ortak atası 500.000 yıl kadar önce yaşamıştır, insan ile şempanzenin ortak atası 6 milyon yıl önce yaşamıştır. İnsan ile papatyanın ortak atası ise 2.5 milyar yıl kadar önce yaşamıştır(3).


İşte bütün fırtına bu noktada kopmaya başlar. Milyarlarca yıllık muhteşem bir sürecin bir noktasında şempanze ve insanın ortak atası olması, basite indirgenmiş bir soruyla akıllara yatmayıverir; ‘Ne yani insanlar maymunlardan mı geldi?!’ Cevap yüzyıllardan bu yana aktarılmış olan hikayelerin eminliğiyle gelir; ‘Olamaz, hepimizi Allah yarattı ve insanlar Hz.Adem ve eşi Havva’dan türemiştir, yani gene insandan! Evrime inanan biri, müslüman ya da diğer ilahi dinlerden olamaz!' Öyle mi?


Oysa birçok müslüman düşünür evrimsel fikirleri Darwinden çok önceki çağlarda bile dile getirmiştir(5). Mesela, müslüman düşünür-teolog olan El-Jahiz (781-869), besin zinciri konseptlerini, adaptasyon ve hayvan psikolojisini dile getiren ilk düşünür. Çevresel faktörlerin hayvanlarda yeni karakterler oluşturduğunu hayatta kalmak için yeni türlere sebep olduğunu, hayatta kalanların genlerini bir sonraki nesillere aktarabildiğini söylemiş, doğal seleksiyona benzeyen fikirler ortaya koymuş. İbn-Miskeveh(932-1030), Al Biruni(973-1048), İbn Tufeyl(1100-1186) gibi meşhur müslüman alimler de benzer çalışmalar kaleme almışlar. Hatta Müslüman tarihçi İbn-Haldun(1332-1406), insanların diğer hayvanların soyundan geldiğini, çevre ve coğrafyanın insanlar dahil tüm türleri şekillendirdiğini yazmış. Yaratılışın minerallerden başladığını, ustaca ve kademeli bir şekilde bitki ve hayvanlara dönüştüğünü, insanların da hayvanların sonraki aşaması olduğunu, hatta maymunlardan geldiğini söylemiş. Bunların yanında, çok daha ileriki yıllarda, Hüseyin El-Cisr, Seyid Ahmed Han, İsmail Fenni Ertuğrul gibi bazı düşünürler ise Darwin’in teorilerine kişisel olarak inanmadıklarını, ancak inanmanın Kur’anla da çelişmeyeceğini belirtmiş(5).


Elbette bu âlim ve düşünürlerin bunları yazarken Kur’andan ve İslamın temellerinden haberi vardı. Kültürümüzdeki bu evrim karmaşasının temelleri tarihsel mitlere ve başka dinlerden alınan tartışmalara dayanıyor. Bu inanışlar nasıl gelişiyor bir örnek verelim. 17.yy’da Hristiyan rahip Ussher, kendi kişisel çalışmalarına dayanarak dünyanın yaratılış gününü hatta saatine kadar hesapladığını söyler(6). Bu o kadar kabul görür ki İncillerin kenarına yazılmaya başlanır. Hristiyanlar, bu inanış yaklaşık 6 bin yıl öncesini işaret ettiği ve Darwin teorisi çok daha uzun bir süreçten bahsettiği için evrimi şiddetle reddederler. Sonradan Papa II.Jan-Paul evrime inanmanın dinsel bir sıkıntı yaratmadığını açıklayana kadar bu tartışmalar devam etmiştir. İslam dünyası bu tartışmaları 1900’lu yıllarda kopyalamış ve halen tartışmaya devam etmektedir.


Evrim tartışmaların en büyük kaynaklarından biri, gene nesilden nesile, dinden dine aktarılan Hz. Adem ve Havva’nın ilk insanlar olarak cennette yaratılışı, kovularak dünyaya gönderilişi, bütün insanların ise onların çocuklarından türediği mitidir. Kur’anı temel alarak bu hikayeye baktığımızda pek çok farklılık görürüz. Öncelikle Hz.Havva’nın adı Kur’anda geçmez. Hz. Adem’in ise bu dünyadaki topraktan yaratıldığını anladığımız ayetler var. Ali-İmran 59’da “Allah katında İsa'nın durumu Adem'in durumu gibidir. Allah onu toprak türünden yarattı, ardından ona "Ol!" dedi; o da oluş sürecine girdi” denilmiştir. Gene Araf 25 ve Taha 55’de açıkça Hz.Adem dahil tüm insanların topraktan yaratıldığı yinelenmiştir(7). Pek çok tefsirci, cennet kelimesinin tabanı yapraklarla örtülü bahçe anlamını, bu anlamda kullanıldığı diğer ayetleri de göstererek Hz. Adem’in yaratıldığı yerin bu dünyadaki bir bahçeyi işaret ettiğini kaydetmiş. Çoğunluğun cennetten ‘indirilme’ olarak çevirdiği fiilin ise ‘bir nimet ortamından çıkartılıp daha zorlu bir yere gönderilme’ anlamı, bir makamdan daha zorlu bir makama indirilme anlamını kullanan tefsirler mevcut(8).


Aslında Kur'anda, ilk insanın yaratılışını anlatan ayetlerde Hz.Adem’in adı geçmez. İki kelime geçer; beşer ve insan(12). Hz. Adem’i diğer pek çok ayette görüyoruz. Hz. Adem’in ilk insan olup olmadığı ile ilgili farklı görüşler var. Ancak, Hz.Adem’in ilk insan olduğu gerçeği evrim teorisi ile çelişmez. Bu noktada Allah’ın Homosapiens'i hangi noktada ‘insan’ olarak adlandırıyor olabileceğini de konuşabiliriz. Konu ile ilgili İhsan Eliaçık’ın güzel bir yorumu var. ‘Kur'ana göre Adem, ilk şu 3 şeyi başaran insan topluluğu olarak tanımlanıyor; beyt(ev), şeriat(hukuk; toplum), oruç(kendini, şehvetini tutmayı, başkasına saldırmama…) Hakikaten de Kur’andan, insanların irade sahibi olarak tanımladığını ve belli bir bilişsel ve toplumsal beceri sahibi olması gerektiğini çıkarabiliyoruz. Demekki Adem’in kesinlikle bilişsel devrimden sonra olması gerekir(70 ila 30 bin yıl önce insanlarda ortaya çıkan yeni düşünce ve iletişim biçimleri).


Tarih ve bilim, bilişsel devrimin sebebini kesin olarak açıklayamıyor. En çok kabul gören teoriye göre genetik mutasyonlar Sapiens’in beynin iç yapısını değiştirerek, daha önce mümkün olmayan şekillerde düşünmelerini ve tamamen yeni dillerle iletişim kurabilmelerini sağladı deniliyor. Bilgi ağacı denilen bu mutasyonun sebebine tesadüf deniliyor(9). Daha da belirli bir zaman dilimi verirsek, Adem'in, MÖ 9500-8500 yıllarında Güneydoğu Türkiye, Batı iran ve Levant bölgesinin tepelik arazisinde, düşük bir hızda ve sınırlı bir coğrafyada başlayan tarım devriminden(9) sonra olması gerekeceğini düşünebiliriz. Ali-İmran suresi 96.ayete göre belirtilen ilk ev-mabet Mekke’deki kabe olduğuna göre, coğrafi olarak da bu zaman dilimini destekleyebiliriz. Hatta Alak suresinde belirtilen insanın yazmayı öğrenmesi düşünülürse, MÖ 5000’li yıllara kadar gelebiliriz. Yani HomoSapiens'e yaratıcı tarafından insan denilmesi ve Adem'in sorumlu tutulması bu tarihten sonra olabilir. Bu değerlendirmelerim yanlış olabileceği gibi, doğru olması da Kur’an ile çelişmeyecektir.


Gene mitlerle gelen, Hz. Havva’nın Hz.Adem’den yaratıldığı, hatta kaburga kemiğinden yaratılması gibi Tevrat kaynaklı meşhur rivayetler, hem evrim teorisine karşıtlık olarak, hem de kadınları değersizleştirme amaçlı kullanılıyor. Bu konudaki ayetler gene oldukça açık. Kur’anda Hz. Havva’nın isminin geçmediğini söylemiştik. Kur’anda ilgili bölüm olarak Nisa suresi 1.ayette; ‘Ey insanlar, Rabbinize karşı duyarlı olun, ki O sizi nefsi vahideden(ilk ve tek o can, ilk cevher) yarattı, ondan da(nefsi vahideden, o ilk candan) eşini yarattı, onlardan da birden çok erkek ve birden çok kadınlar yaydı…’ deniliyor. Bu surenin değişik kaynaklardan mealine bakarsanız bambaşka anlama gelen çeviriler göreceksiniz. Nefs-i vahide tanımında belirteç edatı olmamasına rağmen cinsiyet verilmiş, erkek olarak yorulmuş ve Hz. Adem denmiş, ondan eşi yaratıldı derken Adem’den eşi Havva sonucuna varılmış, onlardan da birçok erkek ve kadınlar yayılmasına da onların çocuklarının evlenmesine gidilmiş ve oldukça kabul görmüştür. Halbuki nefsi vahideyi ilk hücre olarak çevirmek de yanlış olmazdı. Bu suredeki çoğulluk, Fatr 11’de ‘çiftler’ olarak geçen çoğul anlam, ve Araf 10-11’deki çoğul ifadeler, Hz. Adem’in ilk insan olduğu sırada başka pek çok başka insanlar da yaratılmış olabileceğini söyleyebilir. Benzer şekilde Ali-İmran 33’de; ‘Allah Adem`i, Nuh`u, İbrahim ailesini, İmran ailesini kendi çağının insanları içinden seçerek üstün kıldı’ denmesi, tıpkı diğerleri gibi Adem’in de seçilmesi için başka alternatifler yani diğer insanlar olduğunu söylüyor olabilir. Böylece illa kardeşlerin çaprazlanma evlenmesi gibi biyolojik olarak soru işaretli çıkarımlara gerek kalmaz.


Bilimin ilerlemesi ile, ayetler daha anlaşılır ve muhtemel şekillerde meal edilebilmeye başlandı. 'Nütfe'yi; döllenmiş yumurta, hatta 'çiftler'i; DNA çift sarmalı olarak meal eden çalışmalar var(10). Zariyat 47'de geçen semaların(evrenin) genişletilmesini bilimin de kanıtlamasıyla bu şekilde meal edebilmeye başladık. Ancak hala, bazı bilinen İslam isimlerinin, bunları olabilirlik açısından değerlendirmeye oldukça kapalı olduklarını da görüyoruz. Kesin olan çıkarım ise, nefsi vahideden, yani o ilk ve tek cevherden, Hz. Adem ve diğer tüm insanlar yaratılmıştır. Buna göre bütün insanların yaratılış kaynağının aynıdır ve evrimin ortak ata kuramıyla çelişmez. Konuyla ilgilenenler Hucurat 13. ve Zumer 6. ayetlere bakıp nefsi vahide, ırk ve türlerin oluşumu gibi konularda çalışabilirler. Bu ayetleri her ırkın bir Adem’i olabileceği şeklinde yorumlayanlar da mevcut.


Kur’anda pek çok ayette bütün insanların topraktan yaratıldığı, toprak geçmişi vurgulanır. Hatta Nuh suresi 17. ayette “Allah sizi yerden bir bitki bitirir gibi bitirdi” denilir. Necm 32’de “O, yeryüzü (toprağından) sizi var ederken de, anneleriniz karınlarında cenin halindeyken de sizinle ilgili her şeyi bilir…” denir. Furkan suresi 54’de ise sudan yaratılmakla ilgili açıklama vardır. Nur suresi 45’de ise “Allâh her DABBE’yi (canlı - hareketliyi) sudan yarattı... Onlardan kimi karnı üzerinde yürür, onlardan kimi iki ayak üzerinde yürür ve onlardan kimi de dört ayak üzerinde yürür... ” denir. Bütün bu ayetlerin evrimsel biyoloji ile paralelliği dikkate değer. Her canlı varlığın sudan yaratıldığının vurgulandığı 3 ayetten sonuncusu da Enbiya suresidir. 30.ayette “İnkâr edenler, göklerle yer bitişik bir halde iken bizim, onları birbirinden kopardığımızı ve her canlı şeyi sudan yarattığımızı görüp düşünmediler mi?…” diyerek büyük patlamayla da ilişki kurulabilecek bilgiler mevcut.


Evrim karşıtı görüşlere sebep olarak gösterilenlerden bir diğeri, Kur’anda pek çok yerde geçen, “Kûn Fe Yekûn” ayetleridir. “Allah ol der ve hemen olur, oluverir” diye meal edilir. Ancak burada süreç anlamı da vardır ve bu çevirilere yansımaz. Ol deyince, olmaya başlar, olma süreci başlar. Hemen oluverir çevirilerinde kasdedilen anlamlardan biri, olmasının Allah için insani anlamda bildiğimiz gibi zor olmamasıdır(11). Yaratılışların süreçle olduğu ile ilgili pek çok başka ayet de bulabiliyoruz. Nuh suresi 14. ayette “Hâlbuki (Allâh) sizi aşama aşama yarattı” ya da “sizi evrelerden geçirerek yaratmıştır” diye çevirilen süreçsel bir yaratmadan bahsedilir. Ayrıca İnsan suresi 1.ayette; “Dehrin(zamanın) akışı içinde öyle zaman geçti ki, o dönemde, insanın adı bile anılmazdı” denilmesi büyük patlamadan bugüne uzanan devasa uzunluktaki evrim süreçleriyle uyumludur.


Evrimsel sürecinin açıkladığı uzun yolculuğa benzer şekilde, Kur'anda aşamalı yaratılıştan bahseden onlarca ayet var. Değişik ayetlerin özeti olarak toplamda 7 aşamadan bahsedilebilir(11). Toprak, çamur-balçık, pişmemiş kuru çamur, değişmiş cıvık balçık, konsantre çamur.. gibi değişik kelimelerle aşamalandırılan süreç, nefsi vahide denilen ilk can(ilk hücre) oluşumana kadar devam eder ve ondan sonra biyolojik süreç başlar.



Hac 5; "Ey insanlar! Eğer yeniden dirilmekten şüphede iseniz, şunu bilin ki, biz sizi önce topraktan, sonra nütfeden(meni), sonra alakadan(zigot, rahme tutunup embriyo olacak), sonra uzuvları (önce) belirsiz, (sonra) belirlenmiş canlı et parçasından (uzuvları zamanla oluşan ceninden) yarattık ki size (kudretimizi) gösterelim…”





Geçenlerde radyoda çıkan bir şarkıda “dünyayı bile 6 günde yaratan Allah’ım…”diye devam eden şarkıcı bana kültürümüzde bazı kavramların nasıl hikayeleştiğini düşündürdü. Anadolu’da kime sorsak dünyanın 6 günde yaratıldığı cevabını çoğunlukla alırız. İlgili ayet olan Yunus suresi 3. ayette 'gün' olarak çevrilen kelime, Kur’anın pek çok yerinde uzun zaman dönemleri için kullanılmıştır. Göklerin ve yerin '6 zamanda-evrede-aşamada yaratılması' olarak yapılan mealler daha çoğunluktadır. Fussilet suresi 9’da, bu sefer göklerin ve yerin değil, sadece arzın(yeryüzünün) 2 dönemde yaratıldığı geçer. Hatta bu iki süreyi alıp 6 ve 2 arasındaki oranın, evrenin ve dünyanın yaklaşık yaşları 13.5 milyar ve 4.5 milyar yıl arasındaki oranla aynı olduğunu söyleyip, bunu Kur’anın mucizesine yoran yorumlar da mevcut.


Sonuç olarak, Ankebut suresi 20. ayette 'yeryüzünde dolaşın ve insanın nasıl yaratıldığına bakın' diye öğütlenen eylemi, Darwin gibi bilim insanları yapmış ve yapmaya devam ediyor. Bir takım dindar olduğunu iddia eden insanları bu durumun rahatsız etmesinin anlamlı bir değeri yoktur. Tıpkı bazı bilim adamlarının evrimi ateizmin savunucusu olarak kullanmasının anlamlı bir değeri olmadığı gibi.Bu şekilde iki düşünce tarzının da, insanlığın düşünmesini, gelişmesini ve anlamlandırmasının önüne engelden başka bir katkıları olmayacaktır.


Her geçen gün cevaplanan sorular artsa da hala cevap aradıklarımız var. Bilim bunlara ya halen cevap arıyor ya da tesadüf olarak açıklıyor. Mesela tek hücrelilerden çok hücrelilere geçişin sebebi olan Kambriyen patlaması tesadüf mü? Neden kedi ailesi de hesap yapan kediler üretmeyi başaramamış? Hayvan krallığında neden Homo cinsi bu kadar büyük düşünme makineleri üretebilmiş tek cins? Bilişsel devrime sebep olan bilgi ağacı denilen mutasyon tesadüf mü? Tahmini çizilen(çünkü fosiller kemiktir, derileri yoktur) insan atası illüstrasyonları gerçeğe ne kadar yakın?


Peki biz, Neandertaller de hayatta kalsaydı, bugün hala kendimizi ayrı bir yaratık olarak görür müydük? Evrimi tartışıyor olur muyduk?(9) Simüle edip aynı şartlarda yeniden canlılığı oluşturmanın deneylerini tam anlamıyla başabildiğimiz zaman ne bulacağız? En basit canlı için bile 387 protein ve RNA olması gerektiği hesaplanıyor. Doğal seleksiyon olması için bile canlının olması gerek. Oraya gelene kadarki aşamaları ne zaman ve nasıl açıklayacağız? Bilim tıpkı suyun kuyruklu yıldızla gezegene gelmesi gibi, cevap bulabilmek için meteorlarda sol elli aminoasitler aramaya devam ededursun, ilk RNA’yı kim yarattı? Peki evrende var olan herşeyin, 10 üzeri -4 saniyelik yaşından şu ana kadar, nötron/proton oranı 0.2 ile sabit olması tesadüf mü?...


Bilimin işte henüz açıklayamadığı yahut tesadüf olarak gördükleri dinin alanına girebilir. ‘Evrim mi yaratılış mı’ demeye gerek var mı, cevap; ‘her ikisi de!' olabilecekken...Evreni yaratan ve işleyişini sürdüren bilim kanunlarının (entropi, enerjinin korunumu, Hubble(evrenin genişlemesi), termodinamik, genel görelilik…) olması bir yaratıcının varlığına neden zıt olsun? Aksine, yaratıcının bu muhteşem ve aklımızın yetmeyeceği karmaşıklıkta olan düzeni kurarak bu sistemi yaratmış olması çok daha büyüleyici değil mi?


Kur’an ayetlerini kullanarak evrimin varlığını ispat etmeye çalışamayız. Kur’anın amacı bu değildir. Ancak evrimle ya da diğer bilimsel açıklamalarla Kur’anın çelişmediği açıktır. Bu yazıda asıl anlatmak istediğim de bu. Umarım hepimiz, bir kuşun süreçle yaratılmasını sorun görmezken, insanın neden aniden yaratılmak zorundaymış gibi görüldüğünü gönül rahatlığıyla sorgulayabiliriz. Evrimin yok ettiği, 6 metre yüksekliğine ulaşan dev tembel hayvan fosillerini bulmak canımızı sıkmazken, insan türlerinin atası olarak adlandırılan fosilleri bulmak da canımızı sıkmaz.


Son olarak; nereye gidiyoruz? Bu soruyu, akıllı tahmin yürütülemeyecek kadar karmaşık olduğu için tarih ya da bilim cevaplayamaz. Bilim dünyasında evren için, sonsuza kadar genişleyecek mi, belli bir sürede duracak, geri çekilerek başlangıç noktasına geri dönecek mi diye senaryolar tartışılıyor. Din ise, insanların aşırılıklarını ve bir sonun olduğunu söylüyor. Gidişat da zaten bu yönde. Geçtiğimiz son 500 yılda nüfus 14 kat artarken, enerji tüketimi 115 kat artmış(9). Aşırılıklarımızın ve bencilliğimizin türümüzün sonunu getireceğine inanmak hiç de zor değil. Sonumuz ne zaman ve ne şekilde geleceğini göreceğiz ve hakettiğimiz neyse gereken bedelleri ödeyeceğiz.


Referanslar

2) Dan Brown, başlangıç, altın kitaplar yayınevi, 29. Baskı ,Sayfa 113

5) Enis Doko sunumundan, kaynak kitap John W.Draper, history of conflict between religion and science

7) Araf 24-25: (Allah) buyurdu: "Birbirinize düşman olarak çıkıp gidin! Zira yeryüzünde, geçici bir hayat alanı ve tadımlık bir haz sizi bekliyor." (Ve) dedi ki: "Orada yaşayacak ve orada öleceksiniz; nihayet oradan (ahiret yolculuğuna) çıkarılacaksınız.”

Taha 55: Sizi yerden (topraktan) yarattık, yine (ölümünüzden sonra) ona döndüreceğiz. Hem de ondan sizi bir kere daha çıkaracağız

8) Cennet kelimesinin bahçe olarak kullanılan ayetleri; ilgilenenler için bir özet; https://www.youtube.com/watch?v=hRl9TLc804M

Adem’in bulunduğu cennetin bu dünyadan bir bahçe olması ve ahiret hayatında vaadedilen cennetin farklı olduğuna dair; İmam Maturidi de bu görüştedir ve İmam-ı Azam da bu kanaatte olduğunu söyleyen kaynaklar vardır. Gene konuda delillerin bir özeti https://www.youtube.com/watch?v=VW2L5mmiYMQ

‘Cennetten indirilme’ olarak çevirisi bilinen Bakara 36.ayette geçen fiilin çeşitli mealleri için bknz. https://www.kuranayetleri.net/bakara-suresi/ayet-36

9) Yuval Noah Hararı, Hayvanlardan Tanrılara Sapiens, kolektif kitap, 50.baskı

10) Örnek vermek için bir Fatır 11 meali; Ahmed Hulusi; Allâh sizi bir topraktan, sonra bir nutfeden yarattı; sonra sizi çiftler (ikili genetik sarmal) olarak meydana getirdi. O’nun (genetik sarmaldan açığa çıkan) ilmi dışında hiçbir dişi (üreten) ne hamile kalır (üretim aşamasına geçer) ve ne de doğurur (yeni bir canlı meydana getirir)... Bir yaşam sahibinin ömür süresi muhakkak bir kitapta (yaratılış genetik kodlarında) yazılıdır! Muhakkak ki bu Allâh üzerine çok kolaydır

11) “Kûn Fe Yekûn”  geçen ayetler; Bakara 117, Ali-İmran 47 ve 59, Enam 73, Nahl 40, Meryem 35, Yasin 82, Mumin 68. “’Ol!’ Der ve hemen oluşmaya başlar” tercüme açıklaması; http://www.fetva.net/kuran-yazili-fetvalar/ayetlerde-gecen-kun-fe-yekun-ne-anlama-geliyor.html

12) Prof.Dr. Mehmet Okuyan ders konuşmaları

2.664 görüntüleme1 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
  • LinkedIn - White Circle
  • Instagram - White Circle
bottom of page